27 Nisan 2012 Cuma

Başkanların Kıyafet Seçimleri

   Bugünki yazımıza nasıl giriş versem açıkçası bilemedim canlarım. Kıyafetlerin hayatımızdaki öneminden mi yoksa devlet başkanlarının kıyafet seçimlerinin öneminden mi karar veremedim ama bir yerden başlamak gerek öyle değil mi? :) O zaman işe kıyafetlerin öneminden başlayalım. Kıyafet aslında her birimizin hayalindeki sihirli değneğin bir çeşididir. Kimimiz fazlalıklarını kapatmak ister, kimimiz daha dikkat çekici olmak, kimileri ise rahatlığa önem verir. Ama ortak bir nokta var ki; şık olmak arzusu hepimizin damarlarında dolaşan kan gibidir. En şık olmak, şıklığıyla övgü almak bunlar bizi mutlu eder elbette. Mesela bendeniz, günlük hayatta ruh halime göre giyinmeyi tercih edenlerdenim. Eminim benim gibi düşünen pek çok insan da vardır şu hayatta :) Uykusuz ve yorgunsam eşofman ve spor ayakkabı ikilisini tercih ederim, dinç ve enerji dolu bir günümdeysem kimse beni topuklularımdan ve elbiselerimden ayıramaz, bilen bilir :) Moduma göre giyinmenin yanı sıra aslında moda olan parçalardan kendime yakıştırdıklarımı da günlük giyimlerim arasına dahil ederim mutlaka. Özellikle bu yazın modası olan renkli etekler ve pantolonlar, sevimli babet ve zarif kısa topuklular benim favorilerim arasında "İlk 5"te diyebilirim. Peki yazımızın başrol oyuncuları olan devlet başkanlarının tercihleri neler? Onlar ülkelerin en göz önünde olan insanlarıdırlar ve başarıları kadar kıyafet seçimleriyle de adlarından söz ettirdikleri yadsınmaz bir gerçektir. E o zaman başlayalım o zaman bir kaç örnekle, hadi bakalım :)

   
   Ben yine örneklere giyimlerini beğendiğim insanlarla başlamayı tercih ediyorum. Mmmm mesela bugüne kadar sportif, müzikal yanlarını tanıttığım Başkan Putin'le başlayalım. Vladimir Putin, atletik fizik yapısında olmasına rağmen uzun boylu olmayan bir beydir. Ama başarılı giyim tercihleri, dikkati fizik yapısına çekerek boyunun kısalığını geri plana itebiliyor. Yaptığım ufak araştırmalar sonucunda tercihini genelde beyaz gömlek, siyah veya lacivert takım elbiseden yana kullanan Putin'in, dünyaca ünlü takım elbise markası olan Brioni Suits'den giyindiğini öğrendim. Model seçimi olarak dar kesim takım elbiseleri tercih eden başkan, açıkçası benim gözümde başarılı bir stil danışmanına sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Bence dar kesim Putin için en doğru seçim lakin kendisi bol kalıplı kıyafetlerle hiç hoş durmayabilir...

   ABD'nin siyahi başkanı Barack Obama'yla devam edelim şimdi. Benim düşüncem aslında devlet başkanlarının özel modacılarla çalıştığı yönündeydi. Yaptığım ufak araştırmalarla bu konuda yanıldığımı gördüm. Onlar da bizim gibi hazır giyimden yana kullanıyorlar tercihlerini... Tıpkı dünyanın en büyük takım elbise markalarından olan ABD menşeili Hartmarx Suit'den giyinen Barack Obama gibi. Obama genelde koyu renk takımlar ve beyaz gömleklerden yana kullanıyor tercihlerini. Çoğu zaman (özellikle de resmi davetler veya konferanslarda) kravatla gördüğümüz Obama kravatsız olduğu zamanlarda gömleğinin ilk iki üç iliğini açık tutmasıyla göze çarpmaktadır. 




   Pek çok devlet adamının giyim tercihlerini uzun uzun araştırdım ancak Putin ve Obama'nın haricinde bir tek Sarkozy'nin tercihlerini bulabildim sadece. Sanırım devlet başkanlarının giyim tercihlerini merak eden bir tek benim şu dünyada :) Sarkozy de Vladimir Putin ve Obama gibi hazır giyimden yana olanlardan. Sarkozy'nin takım elbiseleri dünyanın en büyük markalarından olan Prada'ya ait ve oldukça şık. Sanırım kendisi de yeterince beğeniyor olsa gerek kıyafetlerini, yüzündeki memnunluk ifadelerinden anladığım kadarıyla. :) Bence Sarkozy de takım elbise seçimini Putin gibi fit kesim modellerden yana kullanmalı, malum Obama gibi uzun boyle değiller :)



   Bu seferlik de yazımızın sonuna geldik umarım beğenmişsinizdir, umarım bir dahaki sefere daha ilgi çekici konuyla karşınıza gelebilirim:)

21 Nisan 2012 Cumartesi

Rüzgarlar Şehri - Bakü

   Çok değerli okuyucalarım, bugün size Politikacı Pinky'nizin doğduğu şehirden bahsedeceğim. Konumuz Azerbaycan'ın başkenti ve rüzgarlar şehri olarak da anılan BAKÜ!!! Bakü, Azerbaycan'ın başkenti olmakla beraber aynı zamanda içinde bulunduğu Avrasya bölgesinin gözbebeği niteliğindeki şehirlerde "İlk 3"te diyebiliriz. Petrol, doğalgaz gibi zenginliklerinin yanı sıra tarihi, mimari yapılarıyla da göz dolduran Bakü, bir gidenin bir daha gitmek istediği şehirlerdendir. Özellikle her birinin asırlık yaşı olan tarihi binalar ve yapılar Bakü'nün modern görünümünün ayrı güzelliğini yansıtır. Yazımın başlığının "Rüzgarlar şehri" olmasının sebebi ise Bakü'nün o insanı havalara kaldıran güçlü rüzgarının olmasıdır. Hatta kimi rivayetlere göre Bakü'ye ismi ( Azerbaycan dilinde  - Bakı olarak geçer), dönem dönem işgal eden halklar tarafından rüzgarlı olması sebebiyle verilmiştir. Bu sene Mayıs ayında dünyanın en büyük müzik yarışması olan Eurovision'a da ev sahipliği yapacak olan Bakü'ye kısa bir yolculuğa çıkarıyorum sizi, kemerlerinizi bağlayın ve arkanıza yaslanın :)


   Tabii ki yolculuğumuza Bakü'nün en yüksek tepesinden gece görüntüsüyle başlamasam beni topa tutarlar :) Bakü, Hazar Denizi kıyısında yer almaktadır ve upuzun sahile sahip olmanın avantajını "Bulvar" dediğimiz sahil şeridini güzelleştirerek çok iyi şekilde kullanmaktadır. Ayrıca Bakü'de önemli olan bir diğer nokta aydınlatmalara verilen önemdir. Böylelikle özellikle karanlık düştüğünde Bakü gündüz halinden daha çekici olmayı başarıyor. :)



   Yolculuğumuza Azerbaycan'ın en tarihi ve muhteşem camiisiyle devam ediyoruz. Bakü, aynı zamanda Kafkaz Müslümanları'nın da başkenti olması sebebiyle İslami değerlere fazlasıyla önem verilir ve bu verdiği önemle de büyük alkış toplamaktadır. Bibi Heybet Camii'si ise Azerbaycan'ın en önemli camiisidir. Adını taşıdığı insan, Hz. Muhammed'in soyundan gelmiş ve yaşamını Azerbaycan'da sürdürmüş olması sebebiyle Müslüman alemi için ayrı bir önem taşımaktadır. ( Azerbaycan'ın Ulu Önder'i Haydar Aliyev de son yolculuğuna bu camiide uğurlanmıştır. )


   Sıra eski adıyla "Dom Sovet" yani "Hükümet Evi" olan yapıya geldi. Burası Sovyetler döneminde hükümet evi olarak kullanılması sebebiyle "Dom Sovet" adını almıştır. Benim de en beğendiğim yapılardan olan ve sahilde yer alan Dom Sovet, gece yapılan aydınlatmayla başdöndürücü güzelliğe bürünmektedir. 


   Işıklandırmalarıyla dikkat çeken bir diğer tarihi bina da, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi'nin  (Yani SOCAR'ın) merkez binasıdır. 


   Filarmoniya Bağı diye adlandırılan yerde bulunan bu hoş renklerin hakim olduğu yapı ise, Azerbaycan Devlet Filarmoni'sine aittir. 

   
   Filarmoniya Bağı'nın başka açıdan görüntüsü...


   Bakü'nün simgesi niteliğini taşıyan bu kale ise "Kız Kalesi" diye anılır. Hikayesi aslında biraz İstanbul'daki Kız Kulesi'ni andıran Kız Kalesi, aşkı uğruna denizin ortasına kale yapan bir adamın sevdiğine kavuşamaması sonucu kendini kalenin tepesinden atmasıyla son bulmaktadır. Deniz çekilince bu Kale şehrin kalabalık yollarında yaşamını sürdürmeye başlamıştır.


   Gelelim Azerbaycan müziğinin dahi bestecisi Üzeyir Bey Hacıbeyov adına Bakü Müzik Akademisi'nin hoş binasına. Bakü'de en sevdiğim yapılardan olan bu bina, müzik ve müzikal bölümlerle ilgili eğitim veren bir kurumdur aynı zamanda. (Resim benim tarafımca çekilmiştir ayrıca belirtmek isterim. :) )




   Bakü'nün özellikle yazda gezilmesi gereken bir şehir olduğunu her zaman söylemişimdir. (Kışta bayağı bir soğuk oluyor da :( ) İşte size gezilip görülmesi gereken iki yer daha, üstteki resim yine benim çekmiş olduğum Tarqovı diye adlandırılan, İstanbul'un Etiler ve Nişantaşı semtlerinin birleştirilmesi gibi görünen alışveriş ve günlük gezinti yeridir. 

   Bakü'yü çok özlemem sebebiyle bu yazımı O'na ayırdım. Umarım beğenmişsinizdir, bir dahaki yazımda görüşmek üzere :)

17 Nisan 2012 Salı

Müziğin Gücü Adına!!!


   Efendim bir yazımızda daha birlikteyiiiiiz, bu sefer konumuz siyasetin biraz dışında (sınavlar dolayısıyla bir süre siyasi bir yazı görmek istemiyorum :( ) tamamen müzik aşkıyla ilgili. İtiraf edelim müzik hepimizin hayatının önemli bir parçasıdır. Bebekliğimizden bu yaşımıza kadar her yerde her zaman müzikle yatıp müzikle kalkarız... Aslında işe şu açıdan bakarsak hayatta her şeyin bir notası ve ritmi vardır. ( Ya da ben müzikle fena halde kafayı bozdum... :) ) Bugünki yazımız da hepimizin müzik zevkine hitap edeceğini düşündüğüm müziklerden oluşmaktadır.

   Müzik, iki nota bir sözden oluşan kısa ama bir o kadar da uzun keyif veren kavramdır. Aslında müziğe kavram demek ne kadar doğru bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki onun bir tanımı yok ve yapılamaz da... Müzik daha doğrusu ritm, duyduğumuz anda bizi harekete geçirip mutluluk verebilecek yetiye sahiptir. Ritmin hakim olmadığı bir konu olduğunu düşünmediğimi de ayrıca eklemek isterim canlarım. Düşünsenize bir, sınava hazırlanırken enerji almak için müzik dinliyoruz ve  eğer müzik olmasaydı o korkunç anları nasıl keyfe dönüştürebilirdik ki? Ya da trafikte sıkışıp kaldığımızda can sıkıntısını ve stresi atmak için müzik dinlediğimiz anları bir düşünelim ki ben bugün bu durumu fazlasıyla yaşadım. Çok sevdiğim müzikler benle beraber yolculuk etmeseydi stresten hiç hoş olmayan durumlara girebilirdim şahsen ne yalan söyleyeyim :) Peki sizin zevkiniz hangi müzik türüne ait? Kıpır kıpır eden Yunan ve Arap müzikleri mi? Derin rahatlatan Türk musikisi veya Azerbaycan müziği mi? Yoksa popüler Batı müzikleri mi? Hangisi hangisi diye düşünürken aslında bi'de bakmışız müzik listelerinin içinde bulmuşuz kendimizi. Mesela ben şu an çok sevdiğim Yunan Müziği'nin güçlü seslerinde Despina Vandi'nin "A Pa Pa" şarkısıyla dinleniyor ve bir taraftan da eğleniyorum size de tavsiye ederim. :) Hangi müzik türünü ne kadar sevdiğimizi bir tarafa bırakalım şimdilik. Müziğin hayatımızdaki önemi konusuna bakalım birazcık da... Müziksiz hayat düşünebiliyor musunuz? Ritmlerin olmadığı kuru ve anlamsız günlük yaşama sahip olurduk veya yorgunluğumuzu atabileceğimiz daha iyi bir yöntem aramaya koyulurduk. Müzik hem bizi yormayan hem yorgunluğumuzu alan mucizevi bir olay, yattığımız yerden bile eğleniriz, dinleniriz vs vs vs ... Neyse bu kadar çene çaldık yeter sıra müzik dinlemeye geldi, DJ Politician Pinky huzurlarınızdaaaaa :)



   Hareketlendiniz mi? O zaman biraz hüzünlenme zamanı karşınızda Teymur Emrah tata taaaaaa



   Hüzünlendik sanki değil mi? Şimdi fasıla bırakalım mı kendimizi? Ada Sahillerinde Bekliyorum şarkısına ne dersiniz ? :)




   Umarım seçtiğim müziklerle kısa da olsa eğlenmişsinizdir, bugünlük de bu kadar bir dahaki sefere başka yazıyla buralarda olacağım bebekler öptüüümmm :)

13 Nisan 2012 Cuma

Siyasiler ve Burçları

   Eveeeet sevgili okuyucalarım, sınavlara haftasonu molasının gelmesini fırsat bilerek yeni bir konuyla karşınıza çıkmanın mutluluğunu duymaktayım :) Bugünki konumuz yine yeni ve yeniden siyasiler ama bu sefer bambaşka bir açıdan... Burçlar tarih öncesi devirlerden günümüze kadar her daim önem arz etmiş eğlenceli ama bir o kadar da ciddi konulardan biridir. Burçlar hakkında çok şey biliriz aslında, aslan, koç, terazi, başak vs vs... Kimilerimiz burçlara inanmayız (ona pek inanmıyorum ama neyse:) ) kimilerimiz ise neredeyse tüm yaşantısını burçlara ve burçları yöneten yıldızların konumlarına göre şekillendirir. Tabii her şeyin fazlası zarar :) Çoğumuz aslında burç denince sadece aylara göre olanları aklına getirir ama önemli olan bir diğer faktör de var ki bence insan karakterine etkisi çok çok fazla... Duyar gibiyim sanki? Evvvet tam isabet yazımızda detaylarına ineceğimiz konulardan biri de yıllara göre belirlenen Çin burcudur. (Mesela ben inatçılığıyla bilinen Keçi yılındanım uuuuu :) ) 

   Söze hangi siyasetçiyle başlasam bilemedim şimdi... Aslında bugüne kadar hakkında pek çok defa yazı yazdığım Vladimr Putin'le başlayabilirim. Bu keskin bakışlı adam bu yıl 60. yaşını kutlamaya hazırlanan tipik diyebileceğimiz bir "Terazi" burcu erkeğidir. Aynı zamanda 2012 Putin için uğurlu olması beklenen bir yıl. Nedeni ise, bu zeki adamın Çin Astrolojisi'ne göre "ejderha" burcu olması ve bu sene de ejderha yılında olmamızdır. (Terazi ve ejderha çok çok fena ikili olmamış mı? ) Terazi erkeği, sanata düşkünlüğü, dengeci bir o kadar da zeki ve politik tavırlarıyla göz doldurur, ejderha yılı ise sinsilik de diyebileceğimiz ama aslında siyasette gerek duyulan saman altından su yürütmevari hareketleri bünyesinde taşır. E böyle özelliklere sahip iki burç bir siyaset insanında birleşirse ortaya ne gibi bir sonuç çıkar? Bkz. Putin :)

   Diğer bir terazi burcuyla yazıya devam etsek mesela?  İngiltere'nin hoş ve centilmen görünümlü Başbakanı David Cameron da Putin gibi terazi erkeği olan siyasetçilerden. (Babamdan dolayı olsa gerek ayrı sempatim vardır terazi erkeklerine ) Majesteleri Cameron soylu bir aileden gelmesinin yanı sıra aynı zamanda politik ve saygılı tavırlarıyla göz dolduran lider özelliklerini fazlasıyla taşıyan at yılında doğan genç bir siyasetçidir. Terazinin harika uyum sağladığı at yılı burcunun birleşiminden dünyanın süper güçlerinden birinin başbakanını görebiliriz... 

   Terazilerden bu kadar bahsettiğimiz yeter sanki, biraz da diğer burçlara baksak iyi olur aslında:) Oğlak burcuyla ve oğlak erkeğinin tipik özelliklerini taşıyan bir liderle söze başlamak isterim. Yani  benim karizmatik cumhurbaşkanım İlham Aliyev'den bahsediyorum. Kendisi oğlak burcunun hırslı ve mükemmeliyetçi tavırları, 1961 doğumlu olması sebebiyle de öküz yılının verdiği karizma ve iri yapısını birleştirerek hem zeki hem de çok hoş görünüme sahip devlet adamı olarak karşımıza çıkmaktadır. 

  Şimdi ise dünyanın bir diğer süper gücü ABD'nin ilklere imza atan devlet başkanı Barack Obama'nın karakterini oluşturan konuya gelelim. Mr. President'in kısaca yaptığım araştırma sonrasında aslan erkeği olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. 4 Ağustos doğumlu başkan, liderlik özelliklerine sahip iki burçtan biri olan aslan burcunun özelliklerini harfiyen taşıyan biri olsa gerek, yoksa siyahi olmasına rağmen diğer rakiplerinden nasıl farklanıp lider olacaktı ki? Aslan burcunun yanı sıra, İlham Aliyev'le aynı yıl doğumlu olan Obama, aslanın liderliğine gücüyle destek veren öküz yılındandır. Sanırım tüm bu özellikleri kendisinde toplayan bir lider başarısız olamaz, ne dersiniz? :)

   ! Küçük bir dipnot düşmek isterim, Çin astrolojisine göre 12 burç vardır ve burçlar 21 Mart'tan itibaren değişir ayrıca yıllara göredir. Keçi, yılan, öküz, tavşan, domuz, ejderha, kaplan, köpek, horoz, at, maymun, fare olarak adlandırılırlar. 

   Bugunki yazımızın da sonuna geldik sevgili okuyuculaaaar :) Bir sonraki yazıda siyasilerin bilinmedik başka özellikleri hakkında konuşmak üzere :)

    

5 Nisan 2012 Perşembe

Müzik ruhun gıdasıdır...







Sıra biraz müzik dinlemekte :)






...







...




Barış'ın ve Bütünlüğün Sesi - Fairouz ve Verdi

   Geçmiş yüzyıllardan günümüze kadar geçen süreçte devletlerin dış sorunları kadar içişlerinde de problemler fazlasıyla yaşanmıştır. Kimileri bağımsızlık mücadelesi verirken, kimileri varolan bağımsızlıklarıının değerini bilmemiş kimileri ise üniter yapıya sahip olma çabasına girmiştir. Peki nedir devletlerin içişlerinde sorun yaşamalarına sebep olan faktörler? 

  "Devlet" aslında günümüz görüntüsüne 1648 Westphalia Anlaşması'yla kavuşmuş taze bir kavramdır. 1648'den önce devlet, nasıl bir görüntüye sahipti? Hangi birleştirici gücü görüyorduk veya geçmiş yüzyıllardaki yönetimler günümüzdeki devlet yapısına ne denli benziyordu? Bunlar bugünlerde uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi anabilim dallarını epey ilgilendiren soruların başında gelmektedirler. Çünkü ister realist isterse de idealist paradigmadan bakılırsa bakılsın, devlet her zaman uluslararası sistemin tek veya bir numaralı aktörü konumundadır. Devlet aslında tarihte çeşitli biçimlerde karşımıza çıkmış birleştirici gücün ta kendisidir. Antik-Yunan'da yer alan site kavramı, Antik-Yunan sitelerinin son bulmasıyla yerini alan Tanrısal İmparatorluklar, Westphalia'yla ortaya çıkan ulus devletler vs ... Günümüz modern devlet yapısına gelirsek, geçmişte varolmuş pek çok dağınık yapıdaki ülkeler, güçlerine güç katmak veya zayıf yapılarını güçlendirmek için pek çok yollar denemişlerdir. Bunlardan başlıcası ise; feodal sistemlerini, tek bir çatı altında birleştirmek olmuştur. Konuyu örnekler vererek açmaya devam edersek eğer, ben İtalya'yla detaylara göz atmayı tercih ederim. İtalya, 1870 yılına kadar prensliklerden oluşan bir yapıya sahipti. Dağınık yapıdaki bu sistem, İtalya'nın kendi içerisinde rekabete ve savaşlara yol açmakla beraber, dış ilişkilerinde güçsüzleşmesine de yol açmaktaydı. Sömürge yarışlarının sürdüğü 17. ve 18. yy'da kendi içinde yaşadığı anlaşmazlıklar ve güçsüzlüğü sebebiyle İtalya, içinde bulunduğu coğrafyadaki ülkelerden fazlasıyla geri kalmıştır. Bu sebeple olsa gerek ki, Kraliyet yerini yavaş yavaş "Devlet" sistemine bırakmaya başlamıştır. İtalyan birliğinin sağlanmasına en büyük destek ve hatta birlik fikrinin çıkış noktası olarak da gösterilebilecek nokta, Giuseppe Verdi'nin birlik çağrısı yaptığı "Aida" operasıdır. Kimi zaman halkların içinde birikmiş ve hareket etmeyi bekleyen potansiyeller mevcuttur hele de söz konusu olan devletin bekaası ve geleceğiyse... Verdi, muhteşem bir sanatçı olmasının yanı sıra aynı zamanda tam bir İtalya sevdalısı idi... Bu sebeple de İtalya'nın içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı dönemden çıkış noktası olarak gördüğü birlik fikrini konu edindiği meşhur "Aida" operasını kaleme almıştır. 1870 yılında Verdi'nin desteği ve Cavour'un önderliğiyle İtalyan Birliği sağlanmıştır. 




   Adı ülke barışı ve bütünlüğüyle özdeşleşmiş bir diğer sanatçıdan daha bahsetmek isterim. Kendisi dünyada nadir bulunan seslerden aynı zamanda da çok hoş bir kadın olan Nouhad Wadi Haddad yani meşhur "Fairouz"dur. Lübnan'lı Katolik Arap'lardan olan bu değerli sanatçının sadece Lübnan'da değil dünyada milyonlarca hayranı bulunmaktadır. Lübnan halkı, etnik yapısına bakıldığında millet üzerine değil din ve mezhep temelli farklılıklara sahiptir. Halk gibi yönetim de mezheplere ve dinlere göre düzenlenmiş yapıdadır ve bu yapı anayasa tarafınca düzenlenmiş ve korumaya alınmıştır. Yönetim; Şii, Sünni ve Hristiyan Araplar arasında adil paylaştırılmıştır. Ancak 1970'de Müslüman ve Hristiyan kesim arasında başlayan yönetim kavgası büyüyerek Lübnan'ı iç savaşa sürüklemiş ve sonuçta kardeş kıyımı yaşanmıştır. Ülke insanlarının çatışan kesimlere olan çağrılarının yanı sıra dünyadan da bu kıyıma son çağrıları gelmişti ancak pek etkisi görülmemişti ne yazık ki... Lübnan'ı yaşadığı bu buhranlı dönemden kurtaran tek çağrı ülkenin dünyaca ünlü ses sanatçısı Fairouz'dan gelmişti. Savaşın kardeş kıyımı olduğunu, çatışmaların durdurulmadığı sürece şarkıcılığa dönmeyeceğini söyleyen Fairouz, bu savaşa son verilmesi çağrısında bulunmuştur. Yaptığı çağrıda başarılı olmasına şaşırmamalıyız aslında keza Şii mahallesinde yaşamını sürdüren Fairouz'a savaş döneminde tek bir kişi tarafından bile zarar verilmemiştir. Halkın saygınlığını kazanmış olan bu büyük sanatçı eğer olmasaydı kim bilir belki de Lübnan ya bugün parçalanmış halde olacaktı ya da başka devletlerin himayesine geçecekti. 



   Sanatçının ve sanatın, ruhumuzu okşamasının dışında var olan pek çok yararlarından biri de verdiğim bu iki örnekte olduğu gibi hiç şüphesiz gergin siyasi ortamları yumuşatması ve sorunların çözümlenmesinde aktif rol oynamasıdır. Keşke ülkeler arasında ve devletlerin arasında yaşanan tüm sorunlar müzik ve sanatçı yoluyla çözülebilecek olsa... Eminim o zaman, dünyadaki pek çok sanatçı elinden gelenin en iyisini yapar... :)

2 Nisan 2012 Pazartesi

Rüya Başkentler

   Eveeeet sevgili okuyucalarım, yine bir akşam ve ben yine yeni yeniden bir konuyla karşınızdayım. Bugüne kadar yazdığım yedi yazıda siyasetçilerden bahsettim hep ve siz de onların yeni yönlerini keşfettiniz benimle beraber. Bu sefer ise; dünyanın önde gelen ülkelerinden rüyalarımızı süsleyen başkentlerinden bahsedelim. Başkentler, ülkelerin en göz önünde olan şehirleridir, en büyük yatırımlar çoğu zaman bu şehirlere yapılırken kimi zaman da turistlerin en gözde mekanı haline gelebiliyor. Tabii ki hemen aklımıza bir iki örnek gelebiliyor ve aklınızda bir şeyler şekillenebiliyor :) Romantik Paris, Colosseum'un ev sahibi Roma, gizemli Kahire, matadorlar şehri Madrid, rüzgarlar şehri Bakü vs vs vs... Şimdi detaylıca bu şehirlere hem bir göz atalım hem de haklarında bir şeyler öğrenelim.

   Başkent denince akla gelen ilk şehirlerden biri hiç şüphesiz dünyanın en lezzetli yemeklerine sahip ülkelerden biri olan İtalya'nın, tarih boyunca en büyük imparatorluklara ev sahipliği yapmış şehri Roma'dır. Benim özel ilgim olan ülkelerden biri olan İtalya'nın, eğer bir gün gidersem ilk görmek istediğim şehri tabii ki başkent Roma'dan başka bir yer olamaz... Roma şehri, tarihte meşhur Roma İmparatorluğu'nun da başkentliğini yapmış tarihi dokusuyla, 14.000 yıldan beri Akdeniz'in incilerinden olmuştur. Tarihi yapısının yanı sıra dini açıdan da çok büyük bir öneme sahiptir Roma... Katolikler'in din merkezi olan Vatikan Roma'da yerleşmektedir ve her yıl milyonlarca Katolik Hristiyan sadece dini inanışları için bile olsa Roma'yı ziyaret etmektedir. Sadece dini açıdan değil aynı zamanda geçmiş asırlardaki devletçiliğin izlerini de günümüze taşımayı başarmış olan Roma, benim gibi siyaset okuyan veya okumuş insanların gözbebeği konumundadır. Site yapılı devlet biçiminden, günümüz devlet biçimine benzeyen yönetim şekline geçilmesinin esas şahidlerinden olan Roma, pek çok savaş, Ceasar gibi efsanevi yöneticilere ve pek çok yeniliklere de ev sahipliği yapmıştır. Tüm bu karakteristik özelliklerini yanı sıra, Colosseum yani günümüzdeki açık hava tiyatroları görünümünde olup, hem pek çok spor karşılaşmalara, düellolar ve agora konuşmalarına şahid olmuş efsanevi yapıya sahiptir. Colosseum bir anlamda İtalya'nın incisi Roma'nın sembolüdür aslında. M.S. 72 - 80 yılları arasında yapımı tamamlanan bu amfitiyatro, Roma medeniyeti ve mimarisinin en büyük örneğidir. 

Yaklaşık 2000 yılın verdiği yorgunluk ve yıpranmışlığa rağmen hala yaşarken görülmesi gereken en güzel yerlerden biri olsa gerek bu yapı :)


   Şimdi ise sıra hangi şehre geldi dersiniz? Tabii ki Fransa'nın yanı sıra romantizmin de başkenti olarak anılan, parfüm ve modanın odak noktası olan Paris... Paris, Roma kadar eski tarihe sahip değil belki, belki siyasi yaşanmışlıkları Orta Çağ'dan bu yana hareketlenmiş de olabilir. Ama yine de popülerlik açısından Roma'dan hiç de geri kalmıyor. Lakin günümüzde pek çok giyim, parfüm markasının anavatanıdır Paris. (Belki bu yüzden Roma'dan sonra gezmek istediğim 2.şehir Paris'tir. :) ) Paris'in sembolü olarak ise Eiffel Kulesi gösterilmektedir tartışmasız. Gustave Eiffel'in şirketi tarafından, Avrupa'nın tüm dengelerini bozan meşhur Fransız Devrimi'nin 100.yılına özel 1887-1889 yılları arasında inşa edilerek Paris'e armağan edilmiştir. Günümüzde Paris'i Paris yapan bir kaç faktörden biri tartışmasız Eiffel Kulesi'dir. 


   Batı başkentleri arasında en görkemli ve başdöndürücü olanlardan benim gözümde 3.sırada olan şehre geldi sıra... Ta ta ta taaaa sıradaki durağımız Matadorlar şehri Madrid!!! Benim İtalya'dan sonra en beğendiğim ikinci ülke olan İspanya'nın Roman kültürünün hakim olduğu başkenti Madrid'e bir göz atalım şimdi. İspanya'nın ihtişamlı kraliyet dönemlerinin en büyük şahidi olan Madrid, eski İspanya'nın ve Orta Çağ Avrupası'nın savaşlarının ve şaşalı dönemlerinin izleriyle günümüzde bile fazlasıyla ilgi ve turist toplayan başkentlerden biridir. Madrid, tarihte İspanyollar'dan önce Müslümanlar'ın etkisi altında olmuştur böylelikle çok çeşitli kültürlerin etkisiyle yoğrulmuş ve günümüzdeki muhteşem kalıbına oturmuştur. Günümüzde sadece İspanya'nın değil aynı zamanda Avrupa'nın da en gözde şehirlerinden biridir Madrid. Roma ve Paris'in aksine Madrid, sembol olarak bir yapıyı değil, kültürünün bir parçası olan "Matador Yarışları"yla tanınmaktadır. Usta matadorların kızgın boğalarla olan dansı İspanya'nın ve özellikle de Madrid'in sembolü haline gelmiştir. 


   Batı başkentlerinden sıyrılarak biraz medeniyetin beşiği Doğu'ya yönelim şimdi de... Doğu'nun kültür beşiği olan en geniş tarihe sahip ülkelerin başında gelen Mısır'ın başkenti Kahire'de sıra. Kahire hem medeniyet beşiği olması hem de gizemli yapısıyla gözleri kamaştırıyor. Muhteşem piramidlerin beşiği olmasıyla mı yoksa görkemli firavunlara şahitlik etmesiyle mi bu ihtişamına sahip dersiniz? Bence her ikisiyle de :) Dünyaca ünlü Giza piramidinin ev sahibi olan Kahire, günümüzde Arap dünyasının da en kalabalık şehri ünvanına sahiptir. Görkemli Sfenks, Giza Piramidleri ve  firavunlar dönemine ait yapılarıyla Doğu'nun incisi görünümündedir aynı zamanda. Tıpkı Roma gibi, Kahire de antik imparatorluklara ev sahipliği yapmıştır. Doğu'nun Roma İmparatorluğu olan Antik Mısır'ın başkentliğini yaptığı dönemden kalma yapılarıyla gizemli dokusunu elde etmiştir Kahire...




Sfenks ve Piramidlerin nasıl yapıldığı hala gizemini koruyan konulardan biridir. Günümüzdeki yapı teknolojileriyle çetinlikle inşa edilebilecek yapıların, M.Ö.'de nasıl yapıldığı gerçekten merak uyandırıcı bir durum...

   Veeee işte rüya başkentler turumuzun son durağındayız. Yani benim doğduğum ve ikinci Dubai olarak adlandırılan Azerbaycan'ın incisi olan şehir: Bakü... Bakü, Azerbaycan'ın en büyük şehri olmasının yanı sıra içinde bulunduğu Kafkasya Bölgesi'nin de en büyük ticaret merkezidir. Eski tarihlerde Albanlar, Araplar, Osmanlı ve İran işgallerinin etkisinde kalan Bakü, belki de günümüzdeki şahane görünümünü bu kültür karışımı sayesinde elde etmiştir. Bakü'yü Bakü yapan esas dönem, 19. yy'ın sonu 20.yy'ın başlarında yaşamış olan petrol zenginlerinin İtalya, Almanya, Fransa gibi ülkelerden getirilen büyük mimarlarca yapılan büyük ve ihtişamlı yapılardır. Bakü hem çok güzel bir şehir olmasının yanı sıra, "Rüzgarlar Şehri" olarak da anılan Hazar Denizi'nin kıyısında yer alan, tarihi ve modern dokuyu kendisinde incelikle birleştirmiş nadir şehirlerden biridir. Bakü'yü gezerken kendinizi Doğu'nun Avrupa'sında hissetme imkanınız vardır ve bu nedenle benim gönlümde apayrı yere sahiptir. :) Bakü'nün simgesi haline gelen yapı bana göre Kız Kalesi'dir. Kız Kalesi bugünlerde karada yerleşse de, yapıldığı dönemde Hazar Denizi'nde yer almaktaydı. Denizin gel-git sonucu çekilmesiyle bugün etrafında arabalar ve yayalar rahatça gezmektedir :) Azerbaycan'ın incisi olan bu şehirde yer alan yapılar arasında gözümüze en çok kültür-medeniyet mekanları çarpmaktadır. 






   Rüya başkentlere olan turumuzun sonuna geldik, bir dahaki konumuzda görüşmek üzere :)

1 Nisan 2012 Pazar

First Lady'ler ve Giyim Tercihleri

   First Lady'lerin hayatlarının zorluğundan bahsetmiştik, şimdi ise işin moda kısmına bakalım :) First Lady şıklığı denen bir şey var ki modacıların üniversite bitirme tezi kadar önemli sınavıdır. En ünlü moda evlerinin kıyafetlerini taşıyan hanımlar, modacılar için hem gurur hem de korku dolu anları yaşatırlar. Günümüzde şıklıklarıyla adından söz ettiren pek çok devlet başkanı eşi vardır ki onlara bakmaya doyamayız... Sanki güzellik onlar için yaratılmış bir kavramdır :).

   Yves Saint Laurent, Azzaro, Gucci, LV, Elie Saab vs... Bu markaları hepimiz yakından takip ediyor ve pek çoğunu da hayranlıkla izliyoruz. Aynı zamanda dünya First Lady'lerinin de yakın markajında olan giyim konusunun uzmanlarının en hoş kıyafetlerini, ayakkabılarını ve çantalarını sık sık üzerlerinde görebilmemiz mümkündür. 

Yves Saint Laurent'in muhteşem renge sahip bu kıyafeti, eski manken ve Fransa'nın First Lady'si olan Carla Bruni tarafından çok hoş taşınmıştır.


Mavi rengin her tonunu oldukça sevdiğini düşündüğüm Bruni, bu davette Azzaro markasının yine uzun ve salaş tasarımlı kıyafetiyle görünüyor. 


Ayakkabı seçimini Christian Louboutin'den yapan Suriye First Lady'si Esma Esad giydiği zarif siyah elbiseyle oldukça şık.


Modayı yakından takip eden Esma Esad, gözlük seçiminde de oldukça başarılı :)



İspanya Kraliyet Ailesi'nin zarif ve şık temsilcisi Prenses Letizia da modanın yakın takipçilerinden olsa gerek lakin tercih ettiği giyim markasını epey araştırmama rağmen bulamadım. Bana öyle geliyor ki; özel tasarımlardan yararlanıyor. :)


İngiltere'nin genç prensesi Kate Middleton'ın tarzı "Evlenmeden Önce" ve "Evlilikten Sonra" diye ikiye ayrılıyor. Genç ve düzgün fizikli oluşunu evliliğinden önce giydiği kıyafetlerle daha ön plana çıkartan Middleton, evlilikten sonra zarif, şık ve genç bir kadın olarak görülmektedir.


Şıklıklarıyla adlarından söz ettiren siyasi yönlü hanımlar umarım hep böyle zarif ve şık olmayı başarırlar, siyasetin sıkıcı yönünü fazlasıyla güzelleştirmeye devam etmeleri gerek... :)